BİR BEN BİLİRİM-1


         Sıra dışı o bakışlardan kendinden öyle geçti ki bir çift gözün bulaştırdığı virüsü fark edemedi bile. Benliğinden süzülen samimiyetle saatin alarmını bir beraberliğe kurup daldı uykusuna sevdanın.
         Başta her şey toz-pembeydi. Doğan güneş umut dolu bir gülümseme, esen rüzgâr yarin kokusuyla yüklü bir mektup, dolunay terennüm edilen şarkıya bir vokalistti. Alem her tarafın rengârenk çiçeklerle süslendiği bir bahçe, yar da bu bahçenin merkezinde bir güldü. Canana hemen kavuşamamak acı veriyordu ama ödül sonunda o olacaksa her türlü ezaya şikayetsiz katlanılırdı. Olmazları hesaba katmadı; güzellikleri cömertçe feda edeceği toprakları hasat mevsiminde kendisine cimriliğin en acımasızını uygulayacağına ihtimal vermedi. Zira kalbin temiz ve masum duygularla yaydığı dalgaların karşıdaki kalbin radarları tarafından mutlak surette tespit edileceğine inanıyordu, bu kadar saf bir sevgi karşılıksız kalamazdı.
         Her sabah taze heyecanını giyinip kendini alelacele attı dışarı. Sevgilinin geçme ihtimalinin bulunduğu yolların başında dilenci misali bağdaş kurdu. Sabrını ortalığa mendil gibi sererek yolunu gözledi. Ve yar her seferinde aynı fiyakasıyla, aynı umursamazlığıyla önünden geçip gitti. Hesapların tutmadığı günlerin akşamında eve eli boş döndüyse de hep ümitlerini bir sonraki güne sarkıttı. Ne var ki zamanla ümit ümitsizliğe, heyecan kedere, hayaller kâbuslara bıraktı yerini. Tutulduğu sevdanın pençesinde kıvranmaya başladı.
         Artık ne sevgiliye merhaba diyebiliyordu ne de yaşadığı talihsizliğe elveda. Tam da bu merhalede tanıdım onu. Kâle alınmamışlığın, kayıtsız kalınmışlığın ezikliğini taşırdı melil ahvalinde. İstediğini elde etmeye muktedir olamayan çocuğun ağlama nöbeti gibiydi muğlak bakışlarının ardındaki sitem. Hayata küskün nazarları suçlu birilerini ararken hatayı aslında kendisinin işlediğini kabullenemiyordu. Sevdası en büyük çıkmazıydı; içinde kaybolup gitmişti. Gönül eğlendirmelerin geçerli olduğu bir dünyada o birisine takılıp kalmıştı. Ne olurdu sanki başka birine yönlendirseydi zaviyeleri? Çok bilmiş birilerinin kendisine dudak bükmesinden, ta’rizde bulunmasından mustarip olduysa da acısına acı katıp susmayı tercih etti. Zaten konuşsa da başa gelen acizliği(!) birilerinin anlayacağı yoktu. Ortama sığındığı gizemli kabuğuyla ayak uydurmaya çabaladı.
         Kimi zaman yağmurlu havaların toprak kokulu şiiri, kimi zaman ikindi gölgelerinin hüzünlü dizesi, kimi zaman da dolunayla sırdaşlığına sebep bir ilhamdı içindeki yangın. Kimse güneşin batışına neden bu denli ağladığına akıl sır erdiremedi ama en ciddi iç kanamalarını da bu anlarda döktü mısralara. Gözyaşlarını mürekkebe karıştırarak yazdıkları çekmecesinde saklı kaldı. Dışarı sızdırılanlar da ya anlaşılamadı ya da yanlış yorumlandı.
        Sadece benimle paylaşırdı derdini. Çünkü biliyordu ki ancak bu yolun delileri anlayabilirler birbirlerini. Kendini ifade edememiş duyguların, tam söylenecek iken boğazda düğümlenmiş sözlerin yahut ağza vurulmuş kilidin yüreğinde meydana getirdiği heyelana defalarca şahit oldum. Titrek kelimelerle başladığı paragraflar iç parçalayıcı ah-u vahlarla noktalanırdı. Onu teselliye yeltenmenin, ona “üzülme” demenin manasızlığını bildiğimden yalnızca dinlerdim ve elimden bir şey gelememenin acısıyla ortak olurdum ıstırabına. Günler bu seyirde birbirini kovaladı.
        Ne yazık ki kurulan saatin alarmı çalmadı ve o beşinci ayın sonunda amansız sancılarla uyandı daldığı uykudan. Bitip tükenmişti; bünyesindeki aşk virüsü tedavisi kabil dışı bir hastalığa yol açmıştı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve yaşadığı müddetçe bu yarayla debelenip duracaktı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYEMİZ

GÜNDÖNÜMÜM

ZAMAN