ZAMAN



Kavgalıyım diyenlerin akıbetini paylaştım;

zamandan tokat yiyip yine de eteğine yapıştım.

Yapıştıkça kapıldım tufanına,

ne kıyısına tutunabildim ne de dalabildim içine,

sürüklene sürüklene derme çatma bir ruha sığınmış buldum kendimi.

 

Kıssama kısas uygulanmasın diye pazarlığa giriştim,

lakin sedayı sisinde boğan niyete yenik düştüm.

Kıskanç yamaçlı dağlar diş biledi bana,

kabul etmedi beni şanı yüce denizler

ve kundağımı taşıyamadı nehirler.

Zaten yaşadığımdan da haberi olmadı hayatımın.

Ne yaşayamadıysam

yazgı diye hesabıma yazıldı.

Hikaye olunca bir hikayeye tutunma çabam,

çözümsüz bir zaman denklemine kilitledim kendimi.

 

Çocukluğa verilen sözlerle hayaller istasyonuna yanaştım,

hayat dediğimiz talanın adaletiyle kapıştım.

Hep bir savaş temayülüydü,

hep kavga haliydi yaşamak.

Gidişatın fırtınasında 

gündüzler Habil, geceler Kabil;

delik deşik etti takvimimi Ebabil.

Gündüzler defnedilirken öyle bir telaşla geçtim ki gecelerden

uykusunu arayan rüyada düşürdüm kendimi.

 

Büyümek için sıramı beklerken sıradanlaştım,

derken arızalı bir tarihin mengenesine sıkıştım.

Karşılık bulmadı içimden dışıma yolladığım selam,

anlamın genzine takıldı kelam.

Ortasından konuşunca yırtıldı kitap 

Ve dahi düştüm sağırlar meclisine;

ne bir suskunlukta barınabildim

ne de bir seste hayat buldum.

İfade vizesi alamamış kelimelerim delirince yavaş yavaş

kağıda ulaşan cümlenin yükleminde sildim kendimi.

 

Düzenin düzlüğünde kendime hep yokuştum,

şaşı gören Dünyaya bela bir bakıştım.

Oysa doğrularımın yalancısıydım;

ne telkin ettilerse ona inandım. 

Geç anladım arzın döndüğünü,

yüzleşilmemiş yüzleri varmış coğrafyanın, 

bunu da öğrendim.

Yabaniliğimi haykırdı metropol pazarlar,

cahilliğimi ölçtü medeniyet endeksleri. 

Kendime kıza kıza

çobanların kadim bilgeliğinde 

varlığımı kanıtlamak için hiçliğe attım kendimi.

 

Rüzgarın yönünü kutsayıp kendimden uzaklaştım,

vardığım her diyarda gecikmişliğimle karşılaştım.

Niçin idim neyi arayan yolcunun kafasında;

kalbim dalgın, aklım vefasızdı.

Heybemde cennetten kovulmuşluğun sancısı,

dolanıp durdum yarıklarında

mutluluk denen kırılgan fayın.

Göçebelik tanısı kondu ruhumun ilkel ağrılarına,

deva bulmak için aykırı yollarla yaraladım kendimi.

 

Dışı iyi ambalajlanmış cemiyet hayatına karıştım

merhabaların, elvedaların gelgitlerinde kendimden taştım.

Rol çaldım yapay ilişkiler tiyatrosunda,

pimi henüz çekilmiş yakınlaşmalarda

en aldatıcı kostümler giyindim;

yine de beni ele verdi kendime yabancılığım.

İçimin suç duyurusuyla yargıladım dışımı,

aleyhime ifade verdi şahit gösterdiğim hatıralar da;

ağırlaştırılmış ıssızlıkla tecziye edildim.

Oysa masum bir günahkardım,

kimseye kırılamayacak kadar kırdım kendimi.

 

En çok hangi benle hayatıma yakıştım,

sordukça bir başka yüzümle tanıştım.

Kararlıydı işleyen çarklar

yeni sürüm karakter üretmeye;

sürekli güncellenen kişilikler,

zamanın tanrıları böyle buyurdu,

konjonktüre kafa tutanlar da ayak uydurdu.

Kendini inkarın itirafı olarak kayıt düşüldü

her inkar edilememiş cazibe;

devrildim ben de, çevrildim, evrildim

keyfin hatırı için ana savurdum kendimi

 

Her devrin siyahıydım, nasıl da başkalaştım,

sistemi tanıdıkça özüme yabancılaştım.

Profesyonelliğe yükseldi samimiyetim,

resmî gülümsemelerimle süsledim sivil hüzünlerimi.

Değişime koşulsuz iman edilmiş bir çağda

kendime tehdit gördüm kendim kalmayı;

beyaz bayrak kaldırdım beyazlığa,

herkesleştim ben de herkes kadar.

Kendimden korumak için terk ettim kendimi.



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİKAYEMİZ

GÜNDÖNÜMÜM