HİKAYEMİZ
Sen sarı çiçeklim!
İmkansızlarımın hülasası gibisin, yaşayamamışlığımın tarihçesi. Son kullanma tarihleri çoktan geçmiş acılarla sensizliğe talim eden yüreğim ne kadar da çaresiz; seni hep uzaktan temaşa etmek, sana baktıkça hayıflanmak, elde edemedikçe de için için erimektir tek yapabildiğim. Ve görünen o ki bu seyirde sürüp gidecek hikayemiz kuytusunda beni çürüterek.
Gönüller arasına inşa edilmiş yollara umarsızca set çekip herşeyi bitirdiğini sandığın gün başladı aslında bu hikaye. Liyakatsizliğimi haykıran gözlerine sitem yüklü bir tebessüm armağan ederek senden uzaklaşmalı mıydım yoksa acıtan ve kanatan düş kırıklarını toplayıp ardından mı sürüklenmeliydim yaralı yaralı? Bir bünye parçalanmadan iki ayrı güzergahı seçebilir miydi aynı anda? Sevdamı ortada bırakmak olmazdı, aşkı sevilmemenin çerçevesine sığdırmak ise imkansızdı. Hangi sineyi dağlamamıştı bu bela, hangi beli bükülmezi dize getirmemişti ki bu illet? Hem zaten gelenekti her sevdalının hükmen mağlubiyeti. İşte o sıradışı bakışlarınla yıkılıp gitmişti imparatorluklarım bir bir ve enkazlarımın üstünde yükselttiğim bir aşkla seni sevdim, seviyorum. seveceğim. Şaşkınlığımda, yalnızlığımda, çıkmazlarımda, kırgınlıklarımda, sarsıntılarımda, feryatlarımda, kendimle kavgalarımda.... hep sen varsın, olacaksın.
Bilmem ki ay yüzlü cananım kaç mevsim ektin toprağımın üstüne? Hatıramı hangi rüzgarlar savurup götürdü unutulmuşluğa? Telaşından belli beni çoktan bir nisyana havale ettiğin. Oysa ben kayıtsızlığınla üzerime örttüğün zifiri karanlıkta seni kazanacağım rüyanın uykusunu aramaktayım hala. Cenneti gözbebeklerinde bulmak, mutluluğu ellerinde yakalamak ve hayatı yanaklarında öpmek isterdim. Hayalini nakşettiğim dünyalarımla gönlünde bir yerin tapusunu alabilmek için neler vermezdim. Kabil olsaydı kalemi kırbaçlayıp şaha kaldırır, lugatı pervasızca muhasara altına alıp hikayemizi anlatmaya seferber ederdim bütün kelimeleri. Lakin ne benim sığındığım edebiyatın teşbihleri, istiareleri ne de postmodern dünyanın metaforları bu talihsizliği izah edebilir artık...
Can denilen libası uğruna yırtacak kadar seni sevdiğim doğrudur ama samimiyeti, sadakati ne kadar köpürtsem de galiba sevgileri kurtarmaya yetmeyecek. Zira içinde yıkandığımız zaman kirli. Kısa mesafeli ilişkiler anaforunda ne anlam ifade edebilir ki kutsal bildiğim aşk. Anlamsız kalabalıkların uğultusunda sevdaların sesi kısılmış; bak duymuyoruz bile birbirimizi. Duygu hazinelerimizin kapılarına kilit vurdu bu gürültü. Belki de bu yüzden suskunluğuma biriktiriyorum sensizliklerimi...
Sarı çiçeklim! Senin için çoktan nihayete ermiş olabilir herşey. Oysa benim için yeni yeni şiddetleniyor hayallerdeki bütçe açığı krizleri. Sen dur hele! Kederi derinden ve sessizce bir dil olarak kullandığım hikayemizin hazin satırları yazılmadı henüz...
Yorumlar
Yorum Gönder